Sayfalar

4 Mart 2012 Pazar

ŞAKALANDIM'DAN ÖYKÜ




İzmir’de ikamet eden,  çok sevdiğim bir sanatçı arkadaşım aradı beni:
-Serap’cığım, bir yakınım  sanat galerisi açmak istiyor, ona yardımcı olabilir misin? Benim bir iki hafta sürecek bir işim var ve şu sıra onunla ilgilenemeyeceğim.
- Elimden geleni yaparım canım, merak etme, dedim.

Nedense programında değişiklik yapan arkadaşım, o hafta İstanbul’a geldi. Birlikte gittik yakını bayanın yanına.

Çok güzel, uzun boylu, ince yapılı, moda mecmualarından fırlamış gibiydi. Çevremde görmeye pek de alışkın olmadığım bu özellikler  “Neden galeri açmayı düşünüyor acaba?” diye kendi kendime sormama neden oldu bir an. Bir moda evi olabilirdi örneğin açabileceği yer.
Sustum elbette. İlk izlenimlerim hatalı olabilirdi, yargı ve kararların zamana bırakılması gerekiyordu. Ama, düşüncelerinden kim suçlu tutuluyor ki.

Galeri olarak düzenlemeyi düşündüğü mekana götürdü bizi. Çok hoş yerdi. İyi bir dekorasyon ile sanat eserlerinin sergilenebileceği harika bir galeriye daha merhaba diyebilirdi sanat ortamı. Bu heyecanla, deneyimlerin oluşturduğu önerilerimizi sıralamaya başladık. Can kulağıyla dinliyordu bizi. Bir taraftan da elindeki kağıda söylediklerimizi not edip duruyordu.

İlerleyen günlerde, arkadaşımın daha önceden tanıdığı, bir başka sanat galerisinin sahibi de bize katıldı. İş yerlerinin birbirlerine çok yakın olduğunu düşünmeden önerilerini sunuyor, deneyimlerini anlatıyor, hepimizi şaşırtıyordu. Yaptığı şey, rekabet ortamında olacak iş değildi. Kuşkusuz bu konu da beni ilgilendirmezdi.  Sonuçta yardımcı olmamız gereken,  müstakbel sanat galericisiydi.

Olayların birbirini izleme hızını düşündükçe, başım dönüyor bazen. Çünkü, çok geçmeden bir sanat eleştirmeni de “yardımcılar” gurubuna katılma nezaketini göstermişti. Galerinin sanat danışmanına gereksinimi olduğunu empoze etme görevi de bana düşmüştü bu arada. İşin doğrusu,  müstakbel galerici her ne kadar hobi olarak resim çalışmışsa da, galeri mekanı ve işletmeciliği hobileri arasında yer almamıştı. Bu nedenle de sanat danışmanının olması gerekiyordu.

Sanat danışmanlığını üstlenen “sanat eleştirmeni” bey, çok geçmeden bir sonraki sergi sezonunda galeride kimlerin sergi açması gerektiğini planlayarak, görüşmelerine başlamıştı bile.

Basın ilişkileri kuruldu. Sanat dergilerinin sahiplerine birlikte gittik. Hatta bazı sanat dergileriyle bir yıllık sergi ilanı anlaşmaları bile yapıldı. Uzun süreli anlaşmalarda oldukça fazla indirimler uygulanıyordu çünkü.

Mekanın tadilatı bitti. Işıklandırmalar yapıldı. Galeri yöneticisinin odası antika eşyalarla döşendi. 
Galeri resim sergilemeye hazır hale geldi.
Görkemli bir açılışla ve harika bir karma sergiyle sanat dünyasına “merhaba” dedi. Gazeteler, televizyon, alışılmadık derecede  ilgi göstermişti açılışa. Mutluyduk tabi. Hepimiz çok mutluyduk. Onca emek ve zaman harcamıştık, galerinin oluşması için.
 Eh, tabi o karma sergide benim eserlerim de yer almıştı ve hepsi satılmıştı.

Ertesi gün,  bir  gazetenin sanat haberlerinde gördüğüm  başlık kanın beynime sıçramasına neden oldu. “ESKİ GÜZELLİK KRALİÇESİ GALERİCİLİKTE AHKAM KESİYOR”  Aynen böyle yazıyordu. Gözlerime inanamıyordum. Yanlış mı görüyorum acaba, diye tekrar tekrar okuyordum yazıyı. Hemen telefona sarıldım, yeni galericimizi aradım:
-Okudun mu yazıyı?
-Ah evet. Ne hoş değil mi? Ben de şimdi gazeteyi arayıp teşekkür edecektim kendisine.
Telefon elimde kalakaldım.
Ne diyebilirdim ki?  İltifatın yalan olduğuna inanan ve hakaret kabul eden duyarlılığımın böylesi bir hakaretin iltifat kabul edilmesini anlaması mümkün değildi. İşte o noktada durmam gerektiğini anladım. İlişkiler bu düzeyde, bu anlayışta yürüyorsa bana söyleyecek hiçbir söz kalmıyordu. Dökme suyla, değirmen buraya kadar dönüyordu işte.

Aradan oldukça uzun bir zaman geçti.  Galeri güzel sergilere ev sahipliği yaptı. Sanat fuarlarına katıldı. Katıldı ama, elinde bir kağıtla standları dolaşarak, resimleri satılan sanatçıların isimlerini not etmesi, sonra da o sanatçıları bir kenara çekerek kendi galerisinde sergi açmaları için tekliflerde bulunması, diğer galerilerin kendisine gülmelerine ve hakkında dedikodu yapılmasına neden oldu.

Sergi takvimimin uygun olduğu bir zaman dilimi için, bana kişisel sergi teklifinde bulunmuşlar ve söz almışlardı.  Galerinin sanat danışmanı olan sanat eleştirmeni ve yeni galericimizle beraber, sergi sözleşmesini oluşturmak için galeriye davet edildim. Açıkçası yıllardır yazılı  sözleşmelerle değil, SÖZlerle çalışmıştım. Ve uzun yılları kapsayan sanat yaşamımda sözleri senet kabul etmiştim. Ne komik değil mi? Beni üzen her zaman belgeler olmuştur.

Galerici bayan, sanat yönetmeni olan eleştirmen ve ben sözleşmeyi hazırladık. Akşamın geç saatlerine kadar durmadan değişen maddelerle metin bitirildi. Üç kopya halinde hazırlanan sözleşmenin bir nüshası bana, bir nüshası galeriye, bir nüshası da sanat yönetmeni eleştirmen beye verildi. Üç imzalı” kapı gibi” bir sözleşmeydi bu.
Daha önce de sözleşmeler imzaladığım için, asıl sözleşmenin,  sözleri veren yüreklerde imzalandığını bilecek kadar deneyimliydim sanatta. Bu nedenle de tüm çabalamalar komik geliyordu bana. Zaman zaman gülmekten alamıyordum kendimi. Bu nedenle de sinirlendiklerini hissediyordum. Ama, ne yapayım, madem böyle istiyorlardı, ben de uyacaktım.

İki gün sonra galerici bayan beni aradı:
-Dün akşam eşimle konuştuk. Hazırladığımız sözleşmeyi sert buldu. Onu değiştirmemiz gerek, dedi.
Anlayamamıştım. Ben sergi konusunda kiminle muhataptım şimdi? Eşi de karışmaya başlamıştı bayanın. Sordum:
- Bu sözleşmeyi birlikte hazırlamadık mı? İstediğiniz gibi yazıp, istediğiniz gibi değiştirmediniz mi?   Büyük memnuniyetle onaylamadınız mı? İtirazım oldu mu?  Şimdi içe sinmeyen ne var?
-Eşim değişmesini istiyor. Yoksa sergiyi açmayacakmış…
Gülmeye başladım. Katıla katıla gülüyordum telefonun başında. İnanın, kendime hakim olamıyordum. Gözlerimden yaşlar akıyordu ve ben,  gülmekten alamıyordum kendimi.
Neden sonra, elimdeki ahize aklıma geldiğinde karşı tarafın telefonu kapatmış olduğunun farkına vardım.

Galerinin sanat danışmanı olmasına neden olduğum sanat eleştirmenini aradım. Durumu anlattım hemen. Verdiği cevap ilginçti.
-Beni karıştırmadan kendin halledebilirsin…
İşte böyle sevgili dostlar. Bazen değerler 3-5 kuruşa satılabiliyor. Fazla söze gerek yok herhalde. 
Sözleşme denilen o kısacık metin  sanatçıyı, ama daha fazla da galeriyi koruyan hükümlerle doluydu aslında.

 Ne mi yaptım? Sergiyi iptal ettiğimi söyledim kendilerine. Ancak arada “kapı gibi üç imzalı” sözleşme olduğundan dikkatli davranmam gerekiyordu. Zira sözleşme hükümlerine uymadığım, sergi açmayarak galeriyi mağdur ettiğim gerekçesiyle benden tazminat bile talep edebilirlerdi.

Hiç zaman kaybetmeden notere gittim ve kendilerine sergi iptalinin kendi gerekçelerinden dolayı olduğunu, başka bir galeride sergi açmamın da bu nedenle engellendiğini belirterek, haklarım saklı olmak kaydı ile, galeri ile aramdaki sözleşmenin geçersiz  olduğunu bildirdim. Ne oldu tahmin edin. “Haklarımın saklı kalması” sözleri onları çok huzursuz ettiğinden telefonlara sarıldılar. O “beni karıştırma” diyen sanat danışmanı bile üst üste arayarak sergiyi açmamı istedi. İzmir’li sevgili arkadaşım mı? Aramadım bile. Ama çok ilginçtir ki benim sergi açacağım tarihlerde o resimlerini sergiledi galeride. Bana hiçbir şey sormadı. Her şeyden habersizdi sanki.
Gazeteci arkadaş haklıydı. Evet…. ”Ahkam kesilmişti”. Hem de nasıl.

 Bitmiş olan hiçbir şeyin arkasından gitmedim. Geriye dönüşler benim işim değil. Asla da olmadı.  Farkındalığı yaşadım her zaman. Çok iyi bir sanatçı olduğumu bilerek attım adımlarımı. Kendime güvendim. Yasaları ve haklarımı bilmek,  güçlendirdi bileğimi. Bu nedenle de,  ne bileğimi bükebildiler, ne de başımı eğdirebildiler.

1 yorum:

  1. Asalet böyle birşey...sanatınız kadar kişiliğinizde ayrıcaĺıkli..Sanatçi geçinen çakma sanatçılar,galericiler,eleştirmenler biraz kendilerini bilinçlendirip,farkındalıklarını arttırsalar geliştirmeye uğraşsalar diyorum.Çorak toprak bile ihtimamla meyve verir...Sevgiler,saygılar Serap hanım...
    .

    YanıtlaSil