Sayfalar

6 Mart 2012 Salı

ŞAKALANDIM 3. ÖYKÜ

Bir hafta sonra açılacak sergimin son çalışmaları için atölyedeydim. Telefon çaldı ve hala çok gözde olan sanat galerilerinden birinin sahibi aradı:
-Şu anda galeride bir koleksiyoncum var ve sizin resimlerinizden almak istiyor ama, hiç resminiz yok benim galerimde. Arabayı yollarsam bana 3-4  tablonuzu  gönderir misiniz hemen? dedi.
Biraz endişelenmiştim:
-Bir hafta sonra sergim açılıyor ve bu tablolar sergiye girecek. Fazla resim de yok. Bu nedenle satış işlemi gerçekleşmezse birkaç gün içinde iade eder misiniz? dedim.
-Elbette, dedi. Hiç merak etme sen. Bu  gün satılıp satılmayacağı belli olur, yarın gönderirim.
İçim rahatlamıştı. Satış olsa bile bir tane resim eksilirdi. Sergi için önemli bir kayıp değildi ve açıkçası paraya da çok ihtiyacım vardı.

Bir saat sonra araba atölyemin kapısındaydı. Oldukça büyük boyutları olan tablolarımdan arabaya sığacak gibi olanları seçmeye başladım. Dördünü galerinin şoförüne teslim ettim. Resimler satıldığı taktirde, bu tabloların galeri payını sergi açacağım galeriye elden   ödeyecek, böylece de herhangi bir dedikoduya  neden olmayacaktım.

Ertesi gün hiç ses çıkmadı galeriden. İnsanların verdikleri sözleri neden tutmadığını bir türlü anlayamam. Sık boğaz etmemek için o gün sesimi çıkarmadan bekledim. Dördüncü gün telefon açtım:
-Resimler satıldı mı satılmadı mı bilmiyorum ama, satılmayanları bana gönderir misiniz?
_Serap Hanım,  daha kaç gün oldu ki,  geri istiyorsunuz resimlerinizi? Hele durun bakalım, En az birkaç ay durmalı onlar benim galerimde. Konsinye resim vermediniz mi siz hiç kuzum?

Nutkum tutulmuştu. Sanki galerisine konsinye resim vermek gibi bir isteğim olmuş gibi davranıyordu hazret.
-Siz ne diyorsunuz Allahaşkına?  Söylemiştim,  benim iki gün sonra sergim açılıyor. Ertesi gün iade edeceğinize söz vererek ve hemen yanınızda da resim alıcısının  beklediğini söyleyerek aldırdınız resimlerimi. Sergi açacağım yere karşı da sorumluluğum var benim. Konsinye resim meselesini, sergim bittikten sonra konuşabiliriz ama, şu anda bu mümkün değil, dedim.
O gün akşama kadar sabırla bekledim. Ne gelen oldu, ne giden… Ne arayan vardı, ne de soran.

Rahmetli hocam Zef Clement şöyle derdi hep: ” Yaşamak sanat, birlikte yaşamak büyük sanattır.” Ah hocam… Kuşkusuz ki, bu kadar saygısız insanların olduğu toplumda yaşamadın sen. Ne üretene saygı var artık, ne de tüketene. Verilen sözlerin tutulmadığı, akıl işi olduğu söylenerek yalan söylemenin bile neredeyse meziyet sayıldığı bir ortamın fertleriyiz. Bu maceranın sonu ne olacak kimse bilemez ama, bildiğim tek şey bir gün kurtların dağdan  ineceğidir.

O günlerde henüz arabam yoktu. İstanbul Anadolu Yakasından, Avrupa yakasına geçip sonra da aynı taksiyle geriye döneceğim için,   cüzdanımdaki parayı kontrol ettim. Bir taksi çağırdım.

 O, çok gözde olan sanat galerisinin önünde indim taksiden ve biraz beklemesini rica ettim. Galerinin kapısını çaldım uzun süre. Bir adam açtı. Görevliydi herhalde. Uykulu gözlerle bakıyordu yüzüme.
-Ben Serap Demirağ. Resimlerim burada ve onları almaya geldim, dedim.
Anlamamıştı. Tekrarladım sözlerimi.
-Ama, dedi… Galeri sahibi uyanmadı hala.
-Uyandırın o zaman, dedim. Taksi bekliyor kapıda ve ben resimlerimi alıp gideceğim.
Adamı biraz iterek de olsa galeriden içeri girdim. İki resmim duvarda asılı, diğerleri ise yerde, duvara dayanlı duruyordu. Asılı olanları indirdim. Görevli olduğunu düşündüğüm kişi telaşlanmıştı:
-Bir dakika, dedi. Telefon edip haber vermem gerekiyor. Böylece alıp gidemezsiniz resimleri.
Haklıydı elbette. Onun sorumluluğundaydı besbelli resimler. Ama, artık kimin haklı, kimin haksız olduğunu düşünecek durumda değildim.

-Bak kardeşim ister telefon et, ister polis çağır, umurumda bile değil.
Nüfus kağıdımı gösterdim adama. Hayretle yüzüme bakıyordu:
- Gördün mü?  Kim mişim ben?  Serap Demirağ.  Bu tablolar kimin?  Serap Demirağ’ın?  Kim engel olacak bana?   Sen mi?  Galerinin sahibi mi?  Polis mi? diye bağırmaya başladım.
- Bir dakika,bir dakika lütfen….
Telefonu aldı eline ve telaşla aradı galerinin sahibini:
 -Kadın delirmiş gibi abi, ne yapacağımı söyle o zaman. Hımmm. Peki.
Kapıdan çıkmak üzereyken yanıma koşturdu:
-Yardım edeyim size.
-Teşekkür ederim. Konuştun mu patronunla?
-Evet, evet. Önce anlayamamıştık da durumu, kusura bakmayın lütfen.
Taksiye kadar yardımcı oldu bana görevli. Galeri sahibi bey ortalıkta görünmemişti bile.

Sık sık karşılaştık etkinliklerde. Bu konuyla ilgili ne o, ne de ben tek söz etmedik bir daha.İşin garibi o olaylar hiç yaşanmamış gibi bana galerisinde sergi açmamı bile teklif etti defalarca.

Deneyimsizlik işte. Bu gün olsa, bu tür bir öneriyi:
-Kolleksiyoncunuz sergime gelsin ya da, sergimin bitmesini beklesin, diye geri çevirirdim nazikçe.

Hatalarla büyüyoruz, hatalarla olgunlaşıyoruz. Önemli olan hatalardan gerekli dersleri   alıp, onları tekrarlamamak.  “Tekrarlanan hatalar, hata değil eşekliktir”  derdi,  rahmetli babam. Nur içinde yatsın. Yerden göğe kadar haklıymış. Ah babacığım!  Senin pek çok konuda haklı olduğunu anlamam, neden bu kadar uzun sürdü? Neden senin deneyimlerin benim deneyimlerim olamadı sanki. İlle de kendi deneyimlerimiz midir, her zaman ders alabildiklerimiz?  Bu kadar zor olmak zorunda mı olgunlaşmak? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder